Posthümanist çağın eşiğinde, teknolojiyle çevrili bir dünyada insan, kendini bir ekran yansımasından ibaret hissetmeye başladı. Kanadalı düşünür Arthur Kroker, “Posthuman: İnsanlığı Bekleyen Tehlikeler ve Çıkış Yolları” adlı eserinde bu duyguyu en keskin haliyle resmediyor: “İnsan sonrası” bir gelecekteyiz — ama hâlâ kendimizi insan sanıyoruz.
Yapay zekânın yükselişi, dijital gözetim sistemlerinin yaygınlaşması, bireyin algoritmik varoluşa indirgenmesi… Kroker’a göre tüm bu gelişmeler, insanı teknolojiyle sarılmış, ama bir o kadar da anlamdan koparılmış bir yalnızlığa sürüklüyor. Geleneksel etik ve sosyal değerlerin silikleştiği bu çağda, insanın geleceği nereye evrilecek?
Modernizmin taşıdığı büyük vaatler –ilerleme, özgürlük, akıl– teknolojinin egemenliğinde tersyüz olmuş durumda. Artık bireyler birbirlerine değil, ekranlara bakıyor. Kroker, bu teknolojik medeniyetin bizi “posthüman” bir duruma –kararsız, kayıp ve kimliksiz– sürüklediğini savunurken, aynı zamanda görünmez bir çıkış kapısına da işaret ediyor: Ruh.
Evet, teknoloji çağı her şeyi kontrol altına alabilir ama ruhu denetleyemez. İnsan ruhu; derinlik, sezgi, merhamet ve anlam arayışıyla teknolojinin kopyalayamayacağı bir alan yaratıyor. Kroker’ın “gizli hümanizmi” de burada devreye giriyor: Teknolojinin çözmediği boşluğu, ruhsal farkındalık ve etik bir bilinçle doldurabiliriz.
Posthüman bir gelecekte, kurtuluş dışsal değil, içsel bir yönelişte saklı. Tüm dijital gürültülerin ötesinde, insanın kendine sorduğu en kadim soru hâlâ geçerli: Ben kimim ve neden buradayım?
Bu soruya sadece algoritmalarla değil, ruhun bilgeliğiyle, sessizlikle, sezgiyle ve anlamla cevap verilebilir. Yani Kroker’ın işaret ettiği karanlık gelecekte, ışık hâlâ içimizde yanıyor.
Bugünün dünyası, insanı güçlü kılan şeyin –duygular, etik, bağlılık ve inanç– giderek arka plana itildiği bir döneme işaret ediyor. Ama tam da bu zayıflatılmış alan, insanlığın yeniden uyanışı için bir toprak olabilir. Ruh, sadece dinî değil, aynı zamanda felsefî ve varoluşsal bir alan olarak yeniden anlam kazanıyor.
İnsanlığın geleceği, posthüman makineler arasında değil, ruha yeniden kulak verişimizde yatıyor.